SEÇİME HİLE KARIŞTIĞI İDDİALARININ YARGISAL DENETİMİ: ANAYASA MAHKEMESİ, AİHM VE İNSAN HAKLARI KOMİTESİ SÜREÇLERİ[1]
Doç. Dr. H. Burak Gemalmaz
2014 yerel seçimlerinin Türkiye özelinde birçok açıdan ilkler içerdiğine şüphe yok. Toplumsal kutuplaşmanın had safhaya vardığı bu evrede, geçtiğimiz Pazar günü yapılan ve hala da tamamlanamayan yerel seçimlerin olağan anlamının çok ötesine geçtiği açık. Katılımın rekor seviyede olmasını da bu durumun ayrı bir göstergesi olarak değerlendirebiliriz.
Halkın 2014 yerel seçimlerine olan ilgisi sadece oy vermekten ibaret değil. Temkinli dahi konuşsak, herhangi bir partiyle doğrudan ilgisi olmayan sivil toplumun seçim/sayım sürecine bu derece örgütlü ve aktif katılımının Türk seçim tarihinde bir başka örneğinin olmadığını söyleyebiliriz.
Oy vermenin ötesinde bir aktivizm içeren bu katılım neticesinde, 2014 yerel seçimleri hata ve hile iddialarının en çok görüldüğü seçim oldu. Bazı il ve ilçelerdeki oylar tekrar sayıldı, tutanaklarla karşılaştırıldı, bazı yerlerde belediye başkanlıklarını kazananlar değişti. Üstelik bazı illerdeki hukuki süreç halen bitmiş değil.
Seçim sürecinde, özellikle oy sayımında hata ve/veya hile yapıldığı iddiaları, meseleyi hukuk alanına çekiyor. Gerçi Türkiye’de hukuktan bahsetmek bu aralar biraz komik kaçabilir ama her şeyin olduğu gibi seçimlerin de tabi olduğu hukuki bir rejim bulunmakta. Anayasa hükümleri dışında Türkiye’de seçimlerinin birkaç ana kanunla düzenlendiğini söylemek mümkün.
Adayların belirlenmesinden oyların nasıl atılıp sayılacağına, itiraz usulünden il seçim kurulları ile Yüksek Seçim Kurulunun (YSK) yetkilerine bütün bir seçim süreci bu kanunlarda ayrıntılı şekilde düzenlenmiş. Mahalli idareler kanunu özellikle uyuşmazlıkların çözümü noktasında genel kanuna gönderme yaparak, oradaki çözüm yollarını benimsemiş (Mahalli İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları ve İhtiyar Heyetleri Seçimi Hakkında Kanun).
Türk hukukunda YSK’nın seçim sürecindeki bir mesele hakkında verdiği kesin kararlar nihai mahiyettedir. Uygulamada genellikle il seçim kurullarının kararlarına itiraz yoluyla önüne gelen meseleleri ve kimi hallerde kendisine doğrudan yapılan şikayetleri kesin olarak sonuca bağlamak yetkisi YSK’ya tanınmıştır (Seçimlerin Temel Hükmleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun md. 130-131). Meseleyi evrak üzerinde inceleyen YSK’nın bu kararına karşı herhangi bir mercii veya yargısal makam önünde itiraz etmek veya dava açmak hakkı tanınmamıştır (Anayasa md. 79, Kanun md. 132).
Bu noktada seçim hukukun kendi içindeki hukuki yollarını bir kenara bırakarak, farklı hukuki mülahazalar yapmak mümkün. Ne de olsa, seçme ve seçilme, aynı zamanda demokratik rejimlerin temelinde yer alan bir insan hakkı. Bu nedenle, seçim süreçlerindeki kesin kararların, olağan yargısal usullerin dışında kalan ve insan haklarına uygunluk denetiminin yapıldığı bireysel başvuruya konu olup olamayacağı sorusu cevaplandırılmayı bekliyor.
Anayasa Mahkemesi (AYM) Bireysel Başvuru Yolu Kapalı Mıdır?
AYM bireysel başvuru usulü, 23 Eylül 2012’den buyana hukuk gündemimizde. Üstelik Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) prensip olarak AYM’nin tüketilmesi gereken bir hukuk yolu olduğunu kabul ediyor. Yani AYM bireysel başvuru yolunu kullanmadan AİHM’e gidemezsiniz. Nitekim AYM de son dönemde siyasi yansımaları olan davalardan kaynaklanan bireysel başvurularda verdiği kararlarla kendinden sıkça söz ettirdi.
Bireysel başvuru mevzuatı, açıkça, bireysel başvuru hakkının konusu olarak AİHS ve Protokollerinde yer alan temel hak ve özgürlüklerin 1982 Anayasasında karşılığı bulunanları işaret etmektedir. AYM’nin kararlarında AİHM’e sıklıkla atıf yaptığını, uyuşmazlık konusu hakkın genel çerçevesini belirlerken büyük ölçüde AİHM standartlarını benimsemeye çalıştığını da söyleyebiliriz.
Bununla birlikte, 6216 sayılı AYM Kanunu Madde 45 (3) uyarıca, bazı işlemler/kararlar doğrudan bireysel başvuruya konu olamazlar. Bunlar arasında yasama işlemleriyle düzenleyici idari işlemler ile AYM kararları ile Anayasanın yargı denetimi dışında bıraktığı işlemler/kararlar bulunmakta. Konumuzu ilgilendiren boyutuyla bireysel başvuruya konu olamayacak işlemler bakımından asıl problem Anayasanın yargı denetimi dışında bıraktığı işlemler için söz konusudur. Anayasanın yargı dışında tuttuğu işlemlerin başında Cumhurbaşkanının tek başına yapacağı işlemler, Yüksek Askeri Şuranın ilişik kesme kararları dışındaki kararları (AY 125/II), spor tahkim kurullarının (SGM ve TFF Tahkimleri) spor faaliyetlerinin yönetimine ve disiplinine ilişkin nihai kararları (AY 59/III), HSYK’nın meslekten çıkarma dışındaki kararları (AY 159) ile Yüksek Seçim Kurulu kararları (AY 79) gelmektedir.
Dolayısıyla, burada sayılan makam ve organların kararları temel hak ve özgürlükleri ne kadar olumsuz etkilerse etkilesinler, konu bakımından bireysel başvurunun dışında bırakılmıştır. Nitekim AYM SGM tahkiminden kaynaklanan iki uyuşmazlıkta, bu gerekçeyle konu bakımından yetkisizlik temelinde kabuledilemezlik kararı vermiştir (Abdurrahman Akyüz Başvurusu, No. 2012/620, 12/2/2013, para.18-22; Naz Aydemir Başvurusu, No. 2013/850, 19/12/2013, para.25-30).
Yüksek Seçim Kurulunun kesin kararlarını da aynı akıbetin beklediğini söyleyebiliriz. Aslında Anayasanın bireysel başvuru usulü dışında bıraktığı işlemlerden Yüksek Seçim Kurulu (YSK) kararları ayrı bir önem taşımaktadır. Türk siyasi hayatının seçim aşamasına ilişkin neredeyse tek nihai yetkili organının kararlarının yargı denetimi, özellikle de AYM bireysel başvuru denetimi dışında bırakılmasını seçme-seçilme hakkıyla bağdaştırmak güçtür.
Anayasanın 148. Maddesinde açıkça düzenlenmeyen bu sınırlamaların anayasaya uygunluğu meselesini bir yana bırakalım, en azından spor tahkimi ve YSK kararları bakımından bireysel başvurunun farklı değerlendirilmesi mümkündür. Bir kere, AYM’ce yürütülen bireysel başvuru usulü klasik anlamda tarafları olan çekişmeli bir dava türü değildir. Adalet Bakanlığı savunma hazırlasa bile davalı olarak nitelendirilemez.[2] Bireysel başvuru, temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edilmediğini inceleyen farklı bir yargısal şikayet/başvuru türüdür. Bireysel başvuruda kanun yollarında yapılması gereken incelemeler yapılmaz; AYM bir temyiz mercii değildir. Oysa Anayasanın yargı denetimi dışında bıraktığı kararlar, aslında temel haklar bakımından değil, o hukuki uyuşmazlığın esası bakımından dışarıda bırakılmıştır. O hukuki uyuşmazlığın temel haklar boyutu, pekala AYM önüne götürülebilir. Elbette, uyuşmazlığın hukuki özüyle temel hak kısmı özdeşleşebilir veya iç içe geçebilir. Böyle durumlarda ise, kaçınılmaz olarak uyuşmazlığın insan hakları boyutu öne çıkartılmalı ve mesele AYM’ce incelenmelidir.
Gerçi 6216 sayılı AYM Kanunu Madde 45 (3) metni karşısında bu tip yorumların fazla bir anlamı olmadığı düşünülebilir. Ancak AYM’nin bireysel başvuru usulünde yeni verdiği bir karar, bazı açılımların mümkün olabileceğine dair umutları yeşertiyor.
Bir ildeki meslek odası seçimine adaylığının, ilgili mevzuat çerçevesinde ilçe seçim kurulu tarafından usuli aksaklıklar gerekçe gösterilerek kesin olarak reddedilmesinin ve bunu müteakip yaşanan sürecin adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştü. Adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden faydalanabilmek için öncelikle bir yargı yeri tarafından verilen karara muhatap olunması gerektiğinden AYM incelemesine ilçe seçim kurulunun yargı yeri niteliğinde olup olmadığını tartışarak başlamıştır. Bu kapsamda yaptığı ayrıntılı değerlendirme sonucu AYM, kendisinin önceki içtihadını (AYM, E.1992/12, K.1992/2, K.T. 18/2/1992) değiştirerek ilçe seçim kurullarının bireysel başvurunun amaçları bakımından yargı yeri niteliğinde olduğuna karar vermiştir. Bu vargı, AYM’yi ilçe seçim kurulları önündeki süreçlerde adil yargılanma hakkının uygulanabilir olduğu kararına götürmüştür (İsmail Taşpınar Başvurusu, No. 2013/3912, 06/02/2014, para.29-48).
Bu karardaki gerekçeler YSK için de büyük ölçüde geçerli olduğundan YSK’nın da artık en azından bireysel başvuru amaçları bakımından yargı yeri olarak niteleneceğini öngörebiliriz (krş. İsmail Taşpınar Başvurusu, para.41-43). Ancak, bu karar ilçe seçim kurullarının özel görevleri kapsamındaki (meslek odası seçimi) kesin kararlarına ilişkin olduğundan, yerel yönetim seçimleri ile genel seçimler bakımından Anayasa md. 79 ve 6216 sayılı AYM Kanunu Madde 45 (3)’ten kaynaklanan engel, bu davada gündeme gelmemiştir. YSK kararları söz konusu olduğunda Anayasa md. 79 ve 6216 sayılı AYM Kanunu Madde 45 (3) halen engel teşkil edebilecektir.
Bunu bekleyip göreceğiz.
AİHM Yolu Usulen Açık Mıdır?
Diğer yandan, AYM bireysel başvuru usulünün bulunmadığı evrede YSK kararlarına karşı doğrudan AİHM’e başvurmak mümkündü. Zira Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 1 no’lu Protokolünün 3. Maddesi (P1-3) seçme ve seçilme hakkını düzenliyor. Nitekim Türkiye’den giden çok sayıda başvuruda seçme ve seçilme hakkının ihlal edildiğini biliyoruz.
AYM bireysel başvuru usulünün mevcudiyetinde şimdi bir belirsizlik ortaya çıkmıştır. Artık AİHM’e gitmeden önce AYM yolu da tüketilmelidir. Ancak bu tüketme koşulu, mevcut ve etkili iç hukuk yolları için geçerlidir; olmayan, etkisiz olan veya çok uzun süreceği bilinen vs. hukuki yollarının tüketilmesi gene gerekmemektedir. Bir iç hukuk yolunun etkili olup olmadığına, yani tüketilmesi gerekip gerekmediğine dair nihai kararı AİHM vermektedir.
Bunun önemi şudur: Mevcut olmayan/etkili olmayan, kısacası tüketmemeniz gereken bir iç hukuk yoluna başvurduğunuzda hak düşümü süresini kaçırma ihtimaliniz vardır. Mesela elimizdeki örnekte, eğer AYM yolunun kapalı olduğunu kabul edersek, AİHM’e başvurmak için aranan 6 aylık hak düşümü süresi YSK kesin kararı sonrası başlayacaktır.
Buna karşılık, eğer AİHM YSK kararı sonrası AYM bireysel başvuru usulünün mevcudiyeti/etkililiği olduğuna karar verirse bu durumda iç hukuk yolları tüketilmediği için başvuru dava reddedilecektir. Ancak bu haliyle iç hukuk yollarının tüketilmemesi sebebiyle kabuledilemezlik kararı verilmesinin bir zararı bulunmamaktadır. İç hukuktaki tüketilmeyen yolu tüketip AİHM’e tekrar başvurmak mümkündür.
Buradaki olası sorun, dosya AİHM’deyken iç hukukta tüketmeniz gereken yol için ulusal mevzuata göre aranan başvuru koşullarına, özellikle de varsa süre koşuluna riayet etmemiş olabilirsiniz. Ulusal mevzuata aykırı hatalı başvurulardan kaynaklanan hak kayıplarından sorumluluk, istisnai bir durum olmadıkça, başvurucunun üzerindedir.
İşte hem bu riski de ortadan kaldırmak hem de AYM’ye seçme ve seçilme hakkı bağlamında içtihadi açılım geliştirmesine bir şans vermek için YSK kararı sonrası AİHM ve AYM’ye aynı anda başvurulmalıdır. Eğer AİHM, AYM’nin bu konuda dahi tüketilmesi gereken bir yol olduğuna karar verirse, zaten AYM’ye zamanında bir başvuru yapıldığı için herhangi bir sorun doğmayacaktır.
AİHM Yolu Bütün Seçimler Bakımından Mı Açık?
Buraya kadar meselenin usuli kısmını görmüş olduk. Ama bir de P1-3’de yer alan seçme ve seçilme hakkının kapsamı üzerinde durmak gerekir. Madde metni şöyledir:
Madde 3 – Serbest seçimlere hak
Yüksek Sözleşmeci Taraflar, yasama organının seçilmesinde, makul aralıklarla ve gizli oy kullanılarak ve halkın görüşünü özgürce ifade etmesini temin edecek koşullar altında gerçekleştirilen serbest seçimler yapmayı taahhüt ederler
Bu hak hem oy veren (AİHM bunu aktif kısım olarak niteler) hem de aday olan bakımından (AİHM bunu pasif kısım olarak niteler) iki boyutludur. Siyasi partiler de, demokrasinin vazgeçilmez öğeleri olarak, niteliklerine uygun düştüğü ölçüde bu haktan yararlanırlar.
P1-3 metnine bakıldığında seçme-seçilme hakkının kapsamının “yasama organıyla” sınırlı olduğu görülüyor. Gerçi AİHM, “yasama organı” ifadesini sadece ulusal parlamentolarla sınırlı olarak algılamamakta, davalı devletin anayasal mevzuatı çerçevesinde kapsamlı bir analiz yaparak yasama ve benzeri yetkilere sahip bütün organları içeren bir yaklaşım sürdürmektedir. Burada ölçüt olarak uyuşmazlık konusu organın doğrudan kural koyma erki olup olmadığı dikkate alınmaktadır.[3]
Bu ölçüt açısından devlet başkanlığı seçimleri de değerlendirilmekte, o ülkenin anayasal sisteminde söz konusu makamın yasamaya ilişkin yetkileri ne kadar genişse, seçme ve seçilme hakkının uygulanabilirliği ihtimali teorik olarak o derece artmaktadır. Yetkiler daha pasifse, daha çok devletin organları arasında denge görevi görecek nitelikteyse, seçme ve seçilme hakkı o makamın seçimlerinde uygulanmaz (Boskoski v. Macedonia, No. 11676/04, Admissibility Decision of 2 September 2004; The Georgian Labour Party v. Georgia, No.9103/04, Admissibility Decision of 22 May 2007). Devlet başkanlığı seçimleri bakımından süren belirsizlik bakımından, AİHM’in uygulamada giderek devlet başkanlığı seçimlerini dışarıda bırakma yönünde bir eğilimi benimsediğini söyleyebiliriz (Paksas v. Lithuania, No. 34932/04, GC Judgment of 6 January 2011, para.72; Anchugov and Gladkov v. Russia, Nos. 11157/04-15162/05, Judgment of 4 July 2013, para.55-56).[4]
Aynı ölçüt ışığında, yerel idare birimlerinin seçimlerinin de P1-3’ün kapsamına girmediğini anlıyoruz. AİHM’e göre yerel idareler, hele bir de idari vesayet altındaysa, doğrudan yasama veya yasama benzeri faaliyette bulunma yetkisine sahip değildir. Yerel idarelerin yönetmelik ve/veya tüzük gibi genel düzenleyici işlem yapma yetkisi ile bazı vergileri belirleme yetkisi dahi bu durumu değiştirmemektedir. Bu tip yetkiler P1-3 metninde geçen “yasama” yetkisinden daha farklıdır, üstelik yerel idareler söz konusu yetkileri yine yasamanın çıkardığı kanunlarla almaktadır. Gerçi AİHM bu noktada kategorik bir kabul benimsememekte; yerine, her devletin anayasal düzeni çerçevesinde spesifik değerlendirme yapmaktadır. Ancak Mahkeme bugüne dek Avrupa’daki hiçbir yerel yönetimi seçme ve seçilme hakkı kapsamında görmüş değildir. Bu kararların bazılarında AİHM ilgili Devletin anayasal sistemi hakkında görece ayrıntılı bir değerlendirme yaparken, bazılarında yüzeysel kabullerle başvuruları reddetmiştir.
Örneğin Belçika belediye seçimleri (Clerfayt, Legros and others v. Belgium, No.10650/83, Admissibility Decision of 17 May 1985), Birleşik Krallık metropoliten idare seçimleri ile belediye seçimleri (Booth-Clibborn and others v. the UK, No. 11391/85,Admissibility Decision of 5 July 1985; Mclean and Cole v. the UK,No. 12626/13-2522/12, Admissibility Decision of 11 June 2013), Rusya Vladivostok belediyesi seçimleri (Cherepkov v. Russia, No.51501/99, Admissibility Decision of 25 January 2000), Malta belediye konseyi seçimleri (Xuereb v. Malta, No.52492/99, Admissibility Decision of 15 June 2000), İtalya il idaresi seçimleri (Santoro v. Italy, No.36681/97, Admissibility Decision of 16 January 2003)[5], Moldova belediye seçimleri (Gorizdra v. Moldova, No.53180/99, Admissibility Decision of 2 July 2002), Cadaques belediye seçimleri (Llinares v. Spain, No.52226/99, Admissibility Decision of 12 October 2000), Tenerife yakınlarındaki Garachico belediye konseyi seçimleri (Perez v. Spain, No.35473/08, Admissibility Decision of 4 October 2011), Riga belediye konseyi seçimleri (Zdanoka v. Latvia, No. 58278/00, Admissibility Decision of 6 March 2003), Fransadaki belediye seçimleri (Siffre, Ecoffet and Bernardini v. Fransa, Nos.49699/99-49700/99-49701/99, Admissibility Decision of 21 June 2005), Polonya belediye seçimleri (Molka v. Poland, No.56550/00, Admissibility Decision of 11 April 2006) bu kapsamda hemen hatırlayabileceğimiz kararlar arasındadır.
Hem coğrafi açıdan hem de devlet modeli açısından bu geniş spektrumlu kararlardan anlaşılıyor ki, yerel idare seçimlerinin P1-3’ün sağladığı korumadan yararlanamayacağı genel bir belirleme olarak ileri sürülebilir. Bu bilgiler ışığında, ne gibi hukuki sorunlar doğmuş olursa olsun, üniter bir devlet niteliğinde olup idari vesayete anayasasında yer veren Türkiye’deki 2014 yerel seçimlerinin seçme ve seçilme hakkı kapsamında AİHM’in denetimine sokulması mümkün gözükmemektedir.
Ancak AİHM’in bu yaklaşımı eleştiriye açıktır. Günümüzde yerel idarelerin giderek güçlendiği merkezi idarenin yetkilerinin daraltıldığı bir süreç içerisinde olduğumuz hesaba katıldığında AİHM’in yaklaşımı demode kalmaktadır. Üstelik yerel idare seçimleri, AİHM’in Sözleşmeye uygun tek yönetim biçimi olarak benimsediği demokrasinin gelişmesine katkıda bulunmaktadır. Bu yüzden de yerel idarelerin yetkileri hemen her devlette giderek artmaktadır.[6] Belki üniter devletler özelinde AİHM’in yaklaşımı yerinde kabul edilebilir ama aynı yaklaşım yerel yönetimlerin kuvvetli yetkilere sahip olduğu federal ve/veya üniter olmasına rağmen bölgeli devletlerde aynı derecede geçerli değildir.
İnsan Hakları Komitesi Yolu Yerel Seçimler Bakımından Açık Mı?
İnsan hakları gündemimiz AİHM’den (ve bu aralar AYM’den) müteşekkil belki, ama Türkiye’nin taraf olduğu tek insan hakları sözleşmesi AİHS değil. Birleşmiş Milletler düzleminde Türkiye’nin taraf olduğu Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi (MSHS) de seçme ve seçilme hakkını tanımakta (MSHS md. 25/b).
MSHS md. 25’te düzenlendiği şekliyle seçme ve seçilme hakkı, madde metninde herhangi bir organ belirtilmediğinden yasama organı seçimleriyle sınırlı değil. Hele ulusal anayasal sisteme göre, bir organ için seçimler öngörülmüşse, bu seçimlerin MSHS md. 25 kapsamına girdiğinde şüphe bulunmamakta.
MSHS’nin denetim organı İnsan Hakları Komitesi (İHK) gerçek kişilerden gelecek bireysel başvuruları alma ve inceleme yetkisine sahip (MSHS, Seçmeli Protokol No.1).
Nitekim belediye seçimlerindeki hukuki sorunlar sebebiyle çok sayıda başvuru İHK tarafından esastan karara bağlanmıştır. İHK bu başvurularda yerel idare seçimlerinin MSHS md. 25 korumasından yararlandığını açıkça hükme bağlamıştır (Debreczeny v. The Netherlands, No.500/1992, A/50/40 Vol. 11, 3 April 1995, CCPR/C/53/D/500/1992, sf:59; Ignatane v. Latvia, no884/1999, A/56/40, Vol. II, 25 July 2001, sf:101; Matyus v. Slovakia, No.923/2000, A/57/40, Vol. II, 22 July 2002, CCPR/C/75/D/923/2000, sf:257; Maria Dolores Barrionuevo and Fransisco Mername v. Spain, No.1794/2008, 12 May 2010, CCPR/C/98/D/1794/2008).
Bu kararlar ışığında, 2014 yerel seçimlerinin İHK’nın denetimine tabi olacağını söylemek mümkün görünüyor. Ancak yukarıda zikredilen kararlar, İHK’nın ulusal mahkemelerin yerine geçerek delillerin takdiri vs. gibi uyuşmazlığın esasına yönelik değerlendirmeler yapmaktan kaçındığına da işaret ediyor. Elbette bu durum, ulusal mahkemelerin, seçimin yürütülmesinde aksaklıklar olduğu iddialarını ciddiyetle ele alıp incelediğinde geçerli. Aksi halde İHK denetiminin derecesi artmakta.
İHK yolunun kullanılması bağlamında akla gelen bir soru, iç hukuk yollarının ne zaman tüketilmiş olacağı. Türk hukuk sistemi bakımından bu sorun ikili bir problem arz etmekte. Zira, yukarıda da değinildiği üzere, AYM’ye bireysel başvuru ancak AİHS ve Protokollerinde yer alan hakların ihlali iddiasıyla yapılabiliyor. Dolayısıyla AYM bireysel başvuru usulünün diğer insan hakları sözleşmelerini kapsayıp kapsamadığı tartışmalı.
Eğer AYM bireysel başvuru usulü diğer insan hakları sözleşmelerindeki hakları kapsamıyorsa, bunun etkili ve tüketilmesi gereken bir iç hukuk yolu olduğundan söz edilemeyeceğinden, diğer ulusal hukuk yollarının tükendiği andan itibaren direkt İHK veya diğer insan haklarına organına (mesela CEDAW) başvurmak gerekmekte.
Eğer AYM bireysel başvuru usulü diğer insan hakları sözleşmelerindeki hakları kapsıyorsa, önce AYM yolunun tüketilmesi gerekecek. Bu konuda nihai ve bağlayıcı kararı, AYM’nin tavrına da bakarak son tahlilde İHK vereceğinden, risk almamak için, tıpkı yukarıda olası bir AİHM başvurusunda yapmak gerektiği gibi, hem AYM hem de İHK’ya aynı anda başvurmakta fayda bulunmaktadır.[7]
Sonuç
Seçme ve seçilme hakkına aykırı olduğu iddia edilen durumlar bakımından AYM bireysel başvuru yolunun temelde usulen kapalı olduğunu, usulen açık olan AİHM yolunun da esasen prensipte sadece yasama organı seçimleri için koruma sağladığını görüyoruz.[8]
Buna karşılık, yerel seçimler açısından İHK yolu açıktır ve bu yol görece etkili şekilde işlemektedir.
Aslında Anayasamızın 67 ile 127/III maddeleri AİHM’in dar anlayışının çok ötesinde bir seçme ve seçilme hakkı perspektifi sunmaktadır. Anayasamız genel seçimlerle yerel seçimleri tabi olacakları esaslar bakımından aynı kapsamda görmektedir. Dahası AYM, serbest muhasebeci mali müşavirler ve yeminli mali müşavirler odalarına ilişkin çok boyutlu bir iptal davasında, belirgin ve sistemli olmamakla birlikte, meslek kuruluşlarının yönetim, disiplin ve denetim kurullarına yönelik seçimlerde de seçme ve seçilme hakkına dair düzenlemelerin uygulama alanı bulacağına ilişkin bazı değerlendirmeler yapmıştır (E.2008/80, K.2011/81, T.18/05/2011). Yukarıda nakledilen ve ilçe seçim kurullarının meslek odası seçimlerine ilişkin kesin kararlarının adil yargılanma hakkına uygunluğuna ilişkin İsmail Taşpınar Başvurusuyla birlikte bu karar, en azından AYM sisteminde seçme ve seçilme hakkının daha geniş anlaşılabileceği umutlarını taze tutmaktadır.
Bu açıdan bakıldığında, eğer yukarıda ileri sürüldüğü gibi AYM usuli sorunu çözmek yönünde bir açılım geliştirebilirse, yerel seçimlerin de anayasal bireysel başvuru usulünde seçme ve seçilme hakkı kapsamına girmesi mümkün olabilecektir. Ulusal bir düzenleme AİHS’den daha geniş bir koruma sağladığında, ulusal düzenlemenin esas alınacağı AİHS’in amir hükmüdür.
İHK kararları ise bu noktada AYM için emsal alınabilecek ve dönüştürücü bir etki doğurabilecektir. Zaten bireysel başvuru usulü ile insan hakları denetim organları içtihatları arasında ayrılmaz bir ilişki olduğu içindir ki AYM bir “Araştırma ve İçtihat Birimi (Ar-İç)” kurmuştur. Gerçi bu birim ilke olarak AYM içi içtihatların takip ve tutarlılığından sorumlu olmakla birlikte, AYM İçtüzüğü Madde 26 (2) d, bu birimin sadece AİHM kararlarını değil başta İHK olmak üzere diğer uluslararası yargı organlarının içtihatları ile diğer ulusal yüksek mahkemelerin içtihatlarını da takip edeceğini hükme bağlamıştır.[9]
[1]Bu yazının kısa ve atıfsız hali Diken’de yayımlanmıştır (http://www.diken.com.tr/aktuel/secime-hile-karistiysa-ne-yapilabilir-2/). Burada uzun, İnsan Hakları Komitesi kararları eklenmiş ve atıflı hali yayımlanmaktadır.
[2] Ki AYM İçtüğüzündeki yeni yapılan değişiklikler sonrası Bakanlığın savunması her başvuruda alınmayacaktır (http://burakgemalmaz.com/2014/03/17/bireysel-basvuru-usuluyle-ilgili-anayasa-mahkemesi-ictuzuk-degisiklikleri/). Nitekim AYM’nin şimdiden ünlü olan Twitter kararında (Akdeniz, Tanrıkulu ve Altıparmak Başvurusu, No.2014/3986, 02/04/2014, para.5) Bakanlığın savunması beklenmemiştir.
[3] Ayrıntılı bilgi için bkz. Tolga Şirin, “İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesine Göre Serbest Seçim Hakkı”, MÜHF-HD, C.17, S.1-2, sf:302 vd.
[4] Krş. Şirin, a.g.m., sf:305-306.
[5] Buna karşılık İtalya’daki bölgesel meclisler açısından seçme seçilme hakkı uygulanabilir niteliktedir. Zira İtalya gibi bölgeli devletlerde bölgesel meclislerin kural koyma yetkisi mevcuttur. Nitekim aynı davada, 1 Haziran 2004 tarihli hükümde bu açıdan seçme hakkının ihlaline karar verilmiştir.
Diğer yandan, bölgesel kurullar açısından AİHM’in Fransa’ya karşı farklı yorumlanmaya açık bir kararı bulunmaktadır (Malarde v. France, No.46813/99, Admissibility Decision of 5 September 2000).
[6] AİHM’in yerel idareleri kapsam dışında tutmasına yönelik eleştiriler için bkz. Jeroen Schokkenbroek (Revised by), “Chapter 19 – Free Elections by Secret Ballot (Article 3 of Protocol No. 1)”, Theory and Practice of the European Convention on Human Rights, (editors, Pieter van Dijk, Fried van Hoof, Arjen van Rijn and Leo Zwaak), Intersentia, Antwerpen – Oxford, 2006 (Fourth Edition), sf: 932; D. J. Harris – M. O’Boyle – C. Warbrick, Law of the European Convention on Human Rights, Secod Edition, OUP, 2009, sf:731 ve dn.183 (van Dijk-van Hoof’a atıfla).
[7] Gerçi İHK yolunda keskin bir hak düşümü süresi aranmadığından risk daha azdır, ancak İHK makul bir sürenin ötesinde gecikmiş başvuruları kabuledilemez ilan edebilmektedir.
[8] Diğer yandan yerel idare seçimleri ve/veya bu makamlara seçilenlerin görevleri AİHS’deki diğer bazı haklar tarafından korunmaya devam etmektedir. Yeni seçme ve seçilme hakkının uygulama alanı bulmaması, bütün insan hakları korumasını ortadan kaldırmaz. Özellikle ifade özgürlüğü meseleleri söz konusu olduğunda durum böyledir (Karatepe v. Turkey, No. 41551/98, Judgment of 31 July 2007; Etxeberria and others v. Spain, No.35579/03, Judgment of 30 June 2009, para.62-65).
[9] AYM İçtüzüğü Madde 3 (1) a; Madde 26 (2) d.