SÜREGİDEN TOPLUMSAL EYLEMLERE KARŞI ORANTISIZ KOLLUK ŞİDDETİNE AİHM’İN MÜDAHALESİ: UKRAYNA ÖRNEĞİ
H. Burak GEMALMAZ – İzzet Mert ERTAN *
Kasım 2013’te başlayan Ukrayna’daki olaylar, 2014’ün ikinci ayında giderek büyüdü. İçlerinde polislerin de olduğu 70’ten fazla kişinin hayatını kaybettiği bildiriliyor. Nihayet, Ukrayna Başkanı Yanukoviç erken seçim kararı alarak gerilimi düşürmeye çalışmasına rağmen devrilmekten kurtulamadı.
Aslında olayların arkasında yatan Ukrayna’nın uluslararası ilişkilerindeki sarkacın AB-ABD yönünden Rusya yönüne doğru salınması. Zira Ukrayna, Rusya ile AB’nin ortasında ve iki bölge arasındaki doğal gaz ve petrol boru hatlarının geçiş noktası. Devrik Yanukoviç yönetiminin Rusya’yla yakınlaşma adına AB ile ilişkileri ağırlaştırması, AB’nin siyasi taleplerini karşılıksız bırakması tepkilerin görünen nedeni. İlk eylemlerin yapıldığı 30 Kasım günü sokağa çıkanların AB yanlısı gençlerin/üniversite öğrencilerinin olduğunu hatırlayalım. Özellikle de son birkaç yıldır AB ile sürmekte olan ticaret anlaşması görüşmelerinin askıya alınması, buna karşılık Rusya’dan alınan 15 milyar dolarlık ekonomik yardım, çatışmaların fitilini ateşlemiş oldu.
Protesto gösterilerindeki şiddet eylemlerinin örgütleyicilerinin siyasi pozisyonu ise sanılanın aksine demokrasi tarafında yer almıyor. Özellikle sokak çatışmalarının yönlendiricisi olan iki siyasi yapı, aşırı sağcı hatta faşist siyasi yapılar. Bunların ilki milliyetçi, AB savunucusu ve de anti-semit olmasıyla ve Ukrayna’nın Moskovalı-Yahudi Mafya’nın kontrolü altında olduğunu dile getirmesiyle tanınan Svoboda Partisi. Dahası Svoboda daha bir ay önce İkinci Dünya Savaşı’nda Nazilerle birlikte Ukrayna’daki Yahudi katliamlarına katılan faşist lider Stepan Bandera’yı anma yürüyüşü gerçekleştirdi. Sabık ABD Başkan adayı Senatör John McCain’in geçtiğimiz Aralık ayında Svoboda’nın lideri Oleh Tyahnybok ile görüşmüş olması da hafızalardan henüz silinmedi. Diğer yapı ise bir dizi faşist gruptan oluşan bir platform olan Sağ Kesim (Pravyi Sektor). Üstelik bu örgüt hedefini AB ile entegrasyon değil ulusal devrim ve Yanukoviç’in yargılanması olarak belirlerken, iktidarı gerilla savaşıyla tehdit etmekteydi. (http://www.theguardian.com/commentisfree/2014/jan/29/ukraine-fascists-oligarchs-eu-nato-expansion)
2014 başında hafifleyen protestolar, Ukrayna-Rusya ilişkilerindeki gelişmeler doğrultusunda Şubat ortasında gene artmıştı. Yanukoviç yönetiminin kolluk güçlerine verdiği göstericileri dağıtma emri sonrası ise sadece kötü muamele uygulamaları değil ölümler de meydana gelmişti.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Ukrayna Siyasetine Etkisi
Ukrayna siyasetindeki bu gelişmelerin önemli bir boyutunu insan hakları meseleleri oluşturuyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Ukrayna iç politikasına çeşitli temel hak ihlalleri açısından zaten doğrudan müdahale etmişti. Hatırlanacaktır, “turuncu devrim” sonrasında iktidara gelen, yüzü AB ve ABD’ye dönük eski başbakan Timoşenko’nun yolsuzluk suçlamasıyla tutuklanması, kötü muamele görmesi de AİHM tarafından insan haklarının ağır ihlali olarak nitelendirilmişti. Hatta AİHM, Timoşenko’ya yapılan muamelelerin politik bir baskı aracı olarak kullanıldığına karar vermişti (No. 49872/11, 30 Nisan 2013). Aslında AİHM’in bu tip kararları nadirdir. Böyle örnek kararlardan bir diğerinin Rusya’ya karşı olduğunu söylersek, sanırız şaşıran çıkmayacaktır (Gusinskiy v. Russia, 19 Mayıs 2004).
AİHM’in Timoşenko kararından hareketle AB çevrelerinin Timoşenko’nun salıverilmesini talep ettiği biliniyor. Son gelişmeler sonrası AB çevrelerinin Timoşenko’nun derhal salıverilmesini tekrar gündeme getirdi, nihayetinde de Timoşenko salıverildi. Aslında tutuklanması ve yargılanması bir politik baskı aracı olarak nitelendirildiğinden; Timoşenko’nun otomatik olarak salıverilmesi, bu hukuki anlamı içeren AİHM kararının doğal ve kaçınılmaz sonucu aynı zamanda.
AİHM tarafından benzer bir değerlendirme, yine yolsuzluk ve benzeri suçlamalarla tutuklanan eski içişleri bakanı ve muhalif Lutsenko’nun başvurusunda da yapılmıştı (No. 6492/11, 3 Temmuz 2012). Her iki davanın da AİHM’in olağan yargılama süresine göre oldukça hızlı görüldüğü dikkati çekmektedir.
Kısacası, Ukrayna siyasetindeki AB-ABD ve Rusya yanlıları arasındaki mücadelenin özellikle üst düzey siyasetçi ve liderlere ilişkin çeşitli boyutları, bir insan hakları sorunu olarak AİHM tarafından hükme bağlanmıştı. AİHM’in Timoşenko ve Lutsenko hakkındaki teknik hukuk bakımından salıverilmelerini gerektiren kararlarının Kiev’deki mevcut eylemlere ön gelmesinin, eylemci muhaliflerin eylemlerden elde ettiği siyasi başarıda yeni Ukrayna siyasetini biçimlendirmelerinde lider ihtiyacı meselesine bir çözüm teşkil ettiğini söyleyebiliriz.
Eylemlere Yönelik Müdahalelere AİHM’in Hızlı Tepkisi
AİHM’in Ukrayna siyasetine doğrudan ve hızlı müdahalesi, süregiden protestolara katılan eylemcileri de kapsıyor. 21 Şubat itibariyle, süregiden protestolar kapsamında yapılan iki başvuru AİHM tarafından kayda alınıp savunma vermesi amacıyla Ukrayna’ya bildirildi.
Eylemcilerden İgor Sirenko (No. 9078/14) Kiev’de sürmekte olan protestolarda, özellikle de 30 Kasımdaki protestolarda polis tarafından dövüldüğü ve sonrasında hukuka aykırı olarak alıkonulduğuna ilişkin şikayetlerini doğrudan AİHM’e taşıdı. 28 Ocak 2014’te yaptığı başvurusunda İgor Sirenko, bu şikayetlerine bağlı olarak kötü muamele yasağı, kişi özgürlüğü ve güvenliği ile etkili iç hukuk yollarının bulunması gerekliliğinin ihlal edildiğini ileri sürdüğü gibi diğer eylemcilerin haklarının çiğnendiğini de belirtti. Bu davada Ukrayna’ya usule ve esasa müteallik savunmalarını sunması için 28 Şubat’a kadar süre tanındı.
Eylemcilerin açtığı ikinci dava ise Yuriy Derevyanko’nun başvurusu (No.7684/14). Derevyanko da Sirenko’ya benzer iddiaları gündeme getiriyor. Ancak Derevyanko’nun başvurusu, protestoların 18 Şubat 2014’ten sonraki kısımlarını da kapsıyor. Buna ek olarak kolluğun ateşli silah, patlayıcı ve tazyikli su gibi araçlarla yaptığı müdahale çok sayıda eylemcinin ölümüne yol açtığından, yaşam hakkının ihlal edildiği de yeni iddialar arasında. Bu davada Ukrayna savunmasını 14 Mart’a kadar verecek.
Aslında AİHM’e doğrudan başvuru yapılması pek sık karşılaşılan bir durum değil; öncelikle iç hukuk yollarının tüketilmesi gerekiyor. Ancak şikayet edilen ihlal iddialarını tatminkar şekilde giderecek bir iç hukuk yolu olmaması ya da varsa bile bu yolun etkili olmadığı hallerde, iç hukuk yollarının tüketilmesi gerekmemekte. Özellikle belli konularda (örneğin protestoculara yönelik sistemli kötü muamele, aşırı güç kullanan kolluk mensuplarının korunması gibi) devletlerin uygulaması idari pratik haline gelmişse, artık o devlette etkili bir iç hukuk yolu olduğundan bahsedilemez.
Eylemcilerin yaptığı başvurularda AİHM’in otomatik bir kabuledilemezlik kararı vermeyerek Ukrayna’dan özellikle protestoların başlangıç evresinde protestocuların haklarını koruyan etkili bir iç hukuk mekanizması olup olmadığına yönelik savunma istemesi; bu tip kitlesel ve en azından protestoların sürdüğü müddetçe süregiden kötü muamele olaylarının mevcudiyetinde, iç hukuk yollarının tüketilmesi koşulunun aranmayabileceğine dair ipucu veriyor. Özellikle kötü muamele uygulayıp aşırı güç kullanarak toplanma özgürlüğünü ihlal eden kamu görevlilerinin saptanıp cezalandırılmaması bir ülkede olağan devlet politikası haline geldiğinde, iç hukuk yollarının etkili olduğundan bahsedilemez. Özellikle Türkiye’ye karşı AİHM tarafından verilen kararlarda kolluk görevlilerinden kaynaklanan kötü muamele ve aşırı güç kullanımı iddialarının soruşturulmasında Devletlerin özenli hareket etmeleri beklenmekte.(http://www.radikal.com.tr/yorum/eylemlere_karsi_hosgorusuz_yaklasim_asiri_biber_gazi_kullanimi_ve_aihm-1148218)
Nitekim AİHM, Ukrayna’dan sadece başvurucun kötü muameleye maruz kalıp kalmadığına ve bu şikayetlerin etkili soruşturulup soruşturulmadığına ilişkin bilgileri değil, ayrıca gelecekte benzer durumlarda olası bir kötü muamele ve işkence riskinden kaçınmak için ne gibi önlemlerin alındığına ilişkin savunmalarını da istemiştir.
Anlaşılan o ki AİHM, Kiev olaylarındaki yaşam hakkı ihlalleri, kötü muamele, haksız gözaltı ve alıkonulmalar ile toplanma özgürlüğü ihlali iddiaları bakımından iç hukuk yollarının tüketilmesine gerek olmadığına karar verebilir.
Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komitesi’nin Müdahalesi
Avrupa Konseyi insan hakları organlarının Ukrayna’ya karşı bu hızlı ilgisinin bir diğer örneği ise Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komitesi (AİÖK). Anılan Komite, Taraf Devletlerdeki işkence ve kötü muamele uygulamalarının önlenmesi için yerinde ziyaretler yapma yetkisine sahip.
AİÖK bu süreçte Ukrayna’ya iki ziyarette bulundu. İlki Komite temsilcilerinin 13 ve 19 Aralık’ta Ukraynalı yetkililerle gerçekleştirdiği “yüksek düzeyde görüşme”dir. Komite’nin verdiği bilgilere göre bu tür bir “görüşme” yapılmasına 30 Kasım ve 1 Aralık’taki polis müdahalelerinin ardından karar verilmiştir (http://www.cpt.coe.int/documents/ukr/2013-12-20-eng.htm).
İkincisi ise 18 Şubat’ta başlayan ve bir hafta süren ad hoc ziyarettir. AİÖK temsilcileri bu ziyaret sırasında kamu görevlilerinin yanı sıra alıkonan çok sayıda kişiyle ve hükümetler dışı örgütlerin temsilcileriyle de görüştüğünü belirtmiştir (http://www.cpt.coe.int/documents/ukr/2014-02-26-eng.htm). Burada altı çizilmesi gereken nokta AİÖK’nin ad hoc ziyaretlerinin büyük ölçüde işkence ve kötü muamele yasağı ihlali iddialarının belirli bir yoğunluğa ulaştığında yapıldığıdır.
İki ay içinde Komite’nin bir taraf devlete üst üste iki ziyarette bulunması daha da istisnai bir durumdur ve genel olarak Avrupa Konseyi’nin Ukrayna’ya yönelik ilgisinin ciddiyetine delalet etmektedir (AİÖK hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Mehmet Semih Gemalmaz, Ulusalüstü İnsan Hakları Hukukunun Genel Teorisine Giriş, Cilt 2, Legal, 2012, sf.202-247).
Sonuç
Avrupa Mahkemesi nezdinde Ukrayna’daki eylemler sürerken başlatılan hukuki süreç, birkaç ihlal çıkacağı muhtemel derdest başvurular ve İşkencenin Önlenmesi Komitesince başlatılıp yürütülen yerinde ziyaretler uluslararası insan hakları organlarının ulusal siyasi gerilimleri doğrudan etkileyebileceğini, mevcut pozisyonları değiştirebileceğini gösteriyor. Diğer yandan insan hakları organlarının kararları uluslararası ilişkiler düzleminde mevcut gerilimin aktörleri tarafından kullanılabiliyor.
AİHM, içinde bulunduğu liberal bloğun ideolojik arkaplanından beslendiğinden, kimi hallerde Ukrayna örneğinde görüldüğü gibi uluslararası boyutları da olan siyasi krizlerde etkili rol oynayabiliyor. Zaten Mahkeme’nin siyasi pozisyon alışlarını bugüne kadar birçok başvuru çerçevesinde görmüştük. Bu durum bir ölçüye kadar olağan. Ne de olsa, bir siyasi mesele derinliği veya krizleştiği ölçüde temel hak ve özgürlükleri yakından ilgilendirebilir. Dolayısıyla, temel hak ve özgürlükler açısından AİHM gibi yetkili bir mahkemenin verdiği karar da o ülkedeki siyasi krizi etkileyebilir.
* İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi